Kastamonu Üniversitesi | Geleceğini İnşa Edeceğin Üniversite

6. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli "Yesevilik" Sempozyumu

2018 Yılı Kastamonu Türk Dünyası Kültür Başkenti faaliyetleri çerçevesinde Üniversitemiz ve Kastamonu Belediyesi tarafından müşterek tertip edilen, Türkiye, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan ve İran’dan olmak üzere 6 farklı ülkeden 75 tebliğin sunulduğu "6. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli (Yesevilik)" sempozyumu 23 Kasım 2018 tarihinde Bilgehan Bilgili Merkez Kütüphanesi Konferans Salonunda yapıldı. 

Program, saygı duruşu ve İstiklal marşının ardından Kur’an Tilaveti ve açılış konuşmalarıyla devam etti.

Açılış konuşmalarını yapan Sempozyum Koordinatörü ve İlahiyat Fakültemizin Dekanı Prof. Dr. Mehmet Atalan; “2018 Yılı Kastamonu Türk Dünyası Kültür Başkenti çerçevesinde Kastamonu Belediyesi ve Kastamonu Üniversitesinin himayelerinde, Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen 6. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli -Yesevilik- adlı Sempozyuma hepiniz hoş geldiniz.

Kültürel belleği oluşturan alanlar, binlerce yılın getirdiği ortak deneyim, beklenti ve eylem mekânlarından “sembolik anlam dünyası” yaratırlar. Bu dünya birleştirici ve bağlayıcı gücüyle güven ve dayanak sağlayarak insanları birbirine bağlar. Bu yapı, aynı zamanda, önemli deneyim ve anıları biçimlendirip canlı tutarak, ilerleme halindeki şimdiki zamanın ufkuna, bir başka zamanın görüntülerinin ve öykülerini katarak ve böylece ümit verip anıları canlandırarak, dünle bugünü birleştirir. Kültürün bu yanı tarihi anlatılara ve efsanelere dayanır. Türk halk anlatılarında ve tarihinde kültürel bellek aracılığıyla evirilerek aktarılan birçok değer yer alır. Bu değerler yaşatılarak ve korunarak Türk millî kimliği oluşturulur. Tekfir ve şirk kıskacına düşmemenin yolu nedir diye düşündüğümüz zaman, tarihsel olarak da Arap-Fars erk kavgalarının dışında kalmış Hoca Ahmed Yesevi gibi bir âlimin yol ve yöntemini incelemek çözüm önerisi üretmeye katkı yapabilir.

 Fuat Köprülü bu bağlamda, Arap ve Fars Müslümanlığından farklı niteliklere sahip olan bir Türk Müslümanlığı olduğunu Ahmed Yesevi örneğinde incelemiştir. Aslında bu Türk tarihinde sofi tefekkürün rolünü göstermesi açısından son derece önemlidir. Çünkü İslamiyet, Türkler arasında yayılması, milli kültür, milli ruh ve milli zevke sahip büyük mutasavvıflarca yapılmıştır. Yeni mefkûreyi halkın anlayacağı bir lisan ve zevk alabilecekleri bedii bir şekilde yaymaya çalışıyorlardı. Bunlar, Acem tarzı tantanalı ve Arap tarzı vahdet-i vücud öğelerden de kaçınıyorlardı. Hanefi öğreti tam bu noktada bir Türk Müslümanlığı tasavvurunun temelini oluşturur. Köprülü’ye göre Karahanlılar ve ilk Selçuklular Türk milletinin içtimai vicdanından doğan Hanefilik ile olan bağlılıkları ile âlimlere ve şeyhlere büyük hürmet ediyorlardı. Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden itibaren, Atayurt’tan Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada tarihsel süreç içinde İslam’ın yaşanma biçimi, aldığı görünümler ve yarattığı zihniyete “Türk Müslümanlığı” denmektedir. Araplar içinde de Kuzey Afrika Müslümanlığı farklı kültürel biçimlere sahiptir. Aynı şekilde Avrupa ve Amerika’da bir Batı Müslümanlığı şeklinde bir sosyolojik durum vardır. Bunlardan herhangi birini tek başına bir Müslümanlık Modeli olarak görmek tutarlı değildir. Tersine hepsi bir Dünya Müslümanlığını oluşturur. Ahmed Yesevî, Türklerin medeniyet ve uygarlık seviyesine ulaşmasında en fazla rolü olan abide şahsiyetlerdendir. Bilimi önceleyen din anlayışının temsilcisi olan Ahmed Yesevî, ilim ve din anlayışı, âlimliği, irşat metodu ve eseri Divan-ı Hikmet sayesinde İslamiyet’in yayılmasında çok etkili olmuştur. Orta Asya ve daha sonra Anadolu’nun siyasi ve sosyal bütünleşmesinde söz sahibi olması da onu ölümsüzleştirmiştir.

Ahmed Yesevî’nin Türk tarihindeki önemi, tasavvuf içerikli manzumeler yazmasından, eski bir şair olmasında değil; İslamiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleği oluşturarak ruhlar üzerinde asırlarca hüküm sürmüş olmasındandır. Ondan önce Türkler arasında Tasavvuf mesleklerine girmiş olanlar, ya Acem kültürünün etkisiyle Acemleşmişler veya yeni dinin yayılma sürecinde büyük Türk kitleleri arasına girerek orada unutulup gitmişlerdi. Ahmet Yesevi’nin din anlayışının köklerini de hesaba katarak düşünecek olursak, onu, adı ne olursa olsun, herhangi bir mezhebin, meşrebin, tarikatın dar sınırlarına hapsetmenin onu anlamamanın ötesinde, ona yapılabilecek bir haksızlık olduğunu düşünebiliriz. İşin gerçeği, kendini bilmeyi, adam olmanın, Tanrı’yı bilmenin ilk adımı olarak gören, “Sünnet imiş, kafir de olsa incitme sen; “Hüda bizardır katı yürekli gönül incitenden” diyebilen bir gönül adamını, insan olmanın zirvesinde, Tanrı’ya yaklaşmış, ya da Tasavvuf dilindeki “ene’l- Hakk” sırrını keşfetmiş farklı bir dil, farklı bir akıl, farklı bir boyuttaki insan olarak değerlendirmenin dışında herhangi bir ifade yolu bulmak pek mümkün olmamaktadır. Hele hele onu, farklı bir dil olan “melamet”ten yola çıkarak “gulat” çizgiye indirgemeye çalışmak, tam anlamıyla bir kadirbilmezlik olacaktır.

Ahmed Yesevî’ye Dîvân-ı Hikmet ve Fakrnâme adıyla bilinen iki eserinin içeriği, ana hatlarıyla İslâm’ın inanç ve ahlaki değerleri, dervişlere öğütler ile Yesevîlik’e ait tasavvufî esaslardan oluşur. Ahmet Yesevî’nin kendine özgü bir tasavvuf anlayışı vardır. İnsanları edep ve ahlaki açıdan eğitmeye önce kendi nefsini eleştirerek ve eğiterek işe başladı. İnsanları incitmeden eğitmeye çalıştı. Kur’an-ı Kerim okuyup anlamayan kadıları ve diğer kimseleri eleştirdi. Hz. Peygamber’in sünnetine ittibaya ve nefsi muhasebe ve murakabeye büyük özen gösterdi. “Ölmeden önce ölünüz.” ve “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” düsturunu hayat felsefesi edindi. İnsanlara, Müslüman kâfir olmasına bakmaksızın müsamaha ve hoşgörülü davranmayı; onlara güzel sözler söylemeyi ve güler yüzlü olmayı öğütledi. O, hak aşığı, Peygamber aşığı ve insanlığı seven birisi idi. Çalışmayı sever ve teşvik ederdi. O, döneminin diğer sufileri gibi şifreli konuşmadı, İslam’ı halkın anlayacağı ve net bir şekilde anlattı. Akıl ve nakil çatışmasına düşmedi. Toplumun sosyal ve psikolojik problemleriyle yakından ilgilendi. Eserlerinde bu yüzden yetimlere fakirlere ve yoksulların problemlerine çözümler bulmaya çalıştı. Onun fikirlerinin temelini, Allah sevgisi ve Hz. Muhammed sevgisi oluşturur. Şeriatı bilmeden tarikata girmenin yanlış olduğunu söyler ve tarikat için şeriatı bilmeyi şart koşar. Bilgisizliği ve Cehaleti eleştirir. Dervişlerine “Cehenneme giden yolda bile cahille beraber olma” şeklinde öğüt verir. Tasavvufî çerçevede, ilimle ameli birleştiren bir aksiyon adamıdır. Bu yüzden o, iyi bir ahlakçıdır. Vatan ve millet sevgisiyle doludur. O, nakilcilik yapmadı, olayları aklıyla tevil ederek özgün yorumlarda bulundu. İbadetsiz âlimleri eleştirdi. İnsanlara dini öğretirken bütün insanların fıtratlarında bulunan sevgi, aşk ve muhabbet gibi kavramlar içerisinde usandırmadan, bıktırmadan ve nefret ettirmeden anlattı. Ahmet Yesevî, Hz. Peygamber’e sonsuz hürmet ve sevgi besleyen birisidir. Ona göre, “Hz. Peygamber’e layık bir ümmet olabilmek için Allah’ın kitabına ve Hz. Peygamber’in sünnetine uymak ve bağlanmak gerekir. Çünkü şeriat ile tarikat birbirinden ayrı şeyler değildir. İmanın postu şeriat, özü ise tarikattır. Gerçek pîr Hz. Peygamberdir. Aynı şekilde dünyanın geçici olduğunu bilerek onun için üzülmemek; yüceliğin Allah’a mahsus olduğunu bilerek kibirden kurtulmak ve dünyadaki ikbâle güvenmek; insanlara karşı her türlü haksızlıktan kaçınmak gerekir.” Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadi yapıyı içselleştiren Yesevi gelenekle, Türkler Atayurtları ile Anadolu arasında yani bir zamanlar medeniyet mihveri olan İpek Yolu üzerinde kurduğu devletlerle bu rol modelliği hayata taşındı. Fethedilen her bölgeyi “Türk eli” haline getiren ve yurtlandıran, kalplere hitap eden, şeriat, tarikat ve hakikat üçlemesini İman, İslam, İhsan aşamalarıyla içselleştiren bu zihniyeti yeni yorumlarla birlikte yeniden gündeme getirmek gerekir. Hanefi fıkhı ve Maturidi akaidi resmi İslam, Yesevilik ise bir nevi “Türk Halk Müslümanlığı”dır.

Bu sempozyumu Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Seyit Aydın beyin katkısı ile tertiplemiş bulunuyoruz. Muhteva bakımından İslam düşüncesine tesir eden, İslam’ın ahlak değerlerine çok önemli bir bakış açısı kazandıran Yeseviliğin doğru bir şekilde tanıtılması, anlaşılması ve gelecek nesillere aktarılmasına, onların düşünceleri doğrultusunda Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği güçlendirecek yeni teklif ve düşüncelerin değerlendirilmesine, bu hedefler doğrultusunda yeni projelerin ve çalışmaların başlatılmasına katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz.

Bu vesile ile sempozyum tertip heyetine, Fakültemiz idari ve akademik personeline, sempozyum bilim heyetinde yer alan öğretim üyesi arkadaşlarımın her birine, yurt içinden ve yurt dışından sempozyum dâvetimize icabet eden saygı değer ilim ve fikir adamlarına, sempozyum sekretaryasına, emeği geçen herkese ve özellikle bizi bu konularda teşvik eden ve her vesile ile destekleyen Üniversitemizin Saygı Değer Rektörü Prof. Dr. Seyit Aydın beye, sempozyumumuzda maddi ve manevi olarak bizi destekleyen Kastamonu Belediye Başkanı Değerli Tahsin Babaş beye, Ayrıca Pattabanoğlu Şirketler Grubu adına Feyyaz Pattabanoğlu’na ve Muhammed İhsan Oğuz Vakfı adına Abdulhalık Oğuz beye ve Mehmet İhsan Oğuz beye huzurlarınızda bir kere daha teşekkür eder, saygılarımı sunarım.” dedi.

 “Türk Dünyası Kültür Başkenti Kastamonu’dasınız. Türk Dünyası Kültür Başkent’inde de ve milletimizin de sembolü olan Ahmed Yesevi’yi tema olarak işleyen sempozyumumuza iştirak ettiniz sağ olun.” diyerek sözlerine başlayan Rektörümüz Prof. Dr. Seyit Aydın konuşmalarında; “Şeyh Şa’ban-ı Veli Kastamonu ile anılan ve tarihimizin, tasavvufumuzun ve manevi hayatımızın büyüğü bu sempozyumlarımızın ismini 2012 yılından itibaren olmak üzere “Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu” olarak koyduk ve değişik temalarda işleyerek şu anda 6.sını tertipliyoruz.2018 yılının bu manada yaptığımız faaliyetlerin neticelerine ulaşıyoruz. Bu sempozyumlarımızın da kitaplarını dağıtacağız. Türkiye de ve yurt dışında ki bütün alakalı olanlara göndereceğiz.

Ahmed Yesevi denince aklımıza tasavvuf gelir, tasavvuf deyince bizim manevi hayatımızın her şeyi demektir. Bu manada tasavvuf bizim geçmişte ve gelecekte inşallah hayatımızın manevi olarak düzenleyicisi ve tertip edicisidir. Elbette tasavvuf, tasavvuf tarihi okuyarak öğrenilmez. Tasavvuf usulü öğrenerek öğrenilir ve yaşanır. Ahmet Yesevi, Şeyhi Nakşibendi Abdülkadir Geylani'nin, Ahmet Rufai'nin, Mevlana'nın, Şeyh Şa’ban-ı Veli'nin, Hacı Bektaşi Veli'nin hepsinin usulünü ve hayatını öğrenip ona göre yaşamak bizi ancak o kurtarır. Çünkü tasavvuf Allah yolu demektir. İnce yol demektir. Yaşayışında hülasası tek cümle ile Resulullah’ın halini talim etmektir. Resulullah gibi yaşamaktır. Onun yaptıklarını yapmaya çalışmaktır. Artık hayatımıza yön veren kılavuzlarımız, her şeyimiz, maneviyatımız, hayatımıza yön verme bakımından her zaman olmalıdır. Tasavvuf olmadan olan bir İslam anlayışı kupkuru bir İslam anlayışıdır. Kalbin her şeyini götürür. Bugün Dünya’da örneklerini gördüğümüz selefiye, vehhabilik gibi ve onların yavrularını doğurur. DEAŞ, Taliban gibi terör teşkilatları İslam terörü olarak anılıyorsa bu sebepledir. Tasavvufun olmadığı yerde bunlar olur. Hakiki manada İslam’ı yaşamak istiyorsak bunları iyi bilmemiz lazım. Bu manada İslam ulemamıza ve Diyanet İşleri Başkanlığımıza, hocalarımıza çok iş düşüyor. Hocalarımız inşallah cehenneme, ateşe ve tamamen tenkite dayalı vaazları bırakırlar. Cehennem ile ateş ile hep tenkit ederek bir yere varamayız. Hocalarımız bu manada nasıl yaşayacağımız konusunda bize kılavuzluk etsinler. Terör teşkilatlarını doğuran durum daha başkalarını da doğurur. FETÖ'yü de doğuran budur ki, FETÖ 4'üncü bir din çalışmasıdır. O bizde var ve maalesef dünyaya yayılmış. Onu doğuran sebepleri iyi tespit edip çalışacağımız yerde onun karşısında bir Türk selefiliği geliştirmeye çalışmamak lazım. İşte Ahmet Yesevi'yi, Şeyh Şa'ban-ı Veliyi, Mevlana’yı, Nakşibendi’yi iyi öğrenir ve yaşarsak o zaman zaten yeni bir şey aramamıza lüzum yok. İmam-ı Azam’ı, İmam-ı Şafi’yi, İmam-ı Hanbeli’yi, Maliki’yi, Matudiri’yi, Eş’ari’yi iyi öğrenirsek ve hallerini talim edersek dolayısıyla yeni bir icat peşinde gezmeyeceğiz. İslam'ın kendi yaşanmalı. Cemiyete dizayn edecek sosyal ürünleri bunlara bağlı olarak iyi geliştirmemiz lazım. Cezayir’de bilim adamlarının söylediği şu var; Fransa’nın dahi fen bilimleri bizim sayemizde gelişiyor. Sosyal bilimleri ihmal ettiğimiz için Cezayir’de herkes birbirini boğazlıyor. Sosyal bilimlerde talimin ışığında ve günün şartlarında her zaman daha ilerisini yapmak mecburiyetindeyiz.

İşte vehhabiliği icat edenler, Cemalettin Efgani’yi İslam âlemine bela edenler önce sünneti yok etme yolunu seçtiler. Sünneti yok edince İslam’ı yok etmek çok kolaydır. FETÖ’yü de görüyorsunuz ondan devam etti zaten. Bu manada şunları söyleyebiliriz; 16. Asırda Filipinlerde idarenin tamamen Müslümanlarda olduğunu biliyoruz. Gönüller fetih edilmiş. Tebliğ o zaman oralara ulaşılmış. Oralarda Müslümanlar çoğunluk olmuş ve idareyi almışlar. Daha sonra olay tersine dönmüş. İşte onu yapan atalarımızın usulden devam edelim. İnşallah gelecek bizim olacaktır. Gençlerimizle, yeni nesilimizle olacaktır. İnşallah onlarında iyi yetişmesini ve çok çalışmasını bekliyoruz. Şunu bilin ki gençler; söz, laf ile hiçbir şey olmaz günde en az 16 saatten aşağı çalışmayın. Bizimde, sizin de, gelecektekilerinde daha az hakkımız yoktur. Atalarımızın ne yaptığını böylece öğreniriz. İlham alacağımız kaynakta bellidir. İslam âleminde tasavvufu yok etmeye çalışanların ana hedefi İslam’ı yok etmektir. Halimizi ve geleceğimizi bunlara göre dizayn etmek gerekir.

Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Ahmed Yesevi’nin Fakrnâme’sini Türkçe ’ye çevirmişti bizde Kastamonu Üniversitesi olarak basmıştık ve bütün kuruluşlarımıza ve üniversitelerimize göndermiştik. Bu sempozyumunda tebliğlerini kitap haline getirip basacağız. Önümüzde ki yıl çok büyük ihtimalle yine medeniyetimizin beşiği Semerkant veya Taşkent’te Özbekistan’da Şeyh Şaban-ı Veli Sempozyumumuzu yapacağız.

Bu manada öncelikle Belediye Başkanımıza ve Kastamonu Belediyemize çok teşekkür ediyoruz. Hayırseverimiz, İlahiyat Fakültemizin banisi, Muhammed İhsan Oğuz Vakfı Başkanı ve üyelerine çok teşekkür ediyoruz. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansımız bugüne kadar bütün programlarımızı azami şekilde destekledi, TİKA’ya çok teşekkür ediyoruz. Buraya gelen misafirlerimize teşekkür ediyor, dünyanın farklı yerlerinden gelen gençlerimize sevgilerimi sunuyorum.” dedi.

Türk Dünyası Kültür Başkenti unvanını, Kazakistan'ın Türkistan kentinde 2017 yılında Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin manevi makamından alıp Şeyh Şa’ban-ı Veli'nin manevi huzuru olan Kastamonu'ya getirdiklerini belirterek, 'Bizim çok büyük bir onur ve gurur oldu. Kapanış programında da inanıyorum ki Türk Dünyası Kültür Başkenti Konseyi, TÜRKSOY'un başkanlığında 2019 yılında Şeyh Şa'ban-ı Veli yılı olarak Türk Dünyasında ilan edecekler. Bu konudaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz' dedi.

Kastamonu'da her yıl Mayıs ayının ilk haftasında Şeyh Şa'ban-ı Veli ve Kastamonu Evliyalarını anma haftası olarak kendi bölgesinde kutladığını hatırlatan Başkan Babaş, 'Bu yıla kadar bu kutlamalarımız sadece bölge çapındaydı. Bu yıl Türk Dünyası Kültür Başkentliği unvanından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı programına alındı. Yani milli bir program haline getirildi. Bundan sonra Kültür Bakanlığı programında bir Ahi Evran gibi Şeyh Şa'ban-ı Veli ve Kastamonu Evliyalarını Anma Haftasını da görecekler' diye konuştu.

Şeyh Şa'ban-ı Veli ile ilgili Kastamonu Belediyesi olarak ciddi çalışmalar yaptıklarına işaret eden Başkan Babaş, 'Özellikle Şeyh Şa'ban-ı Veli Hazretlerinin türbesinin olduğu bölgede bulunan binaların oradaki manevi dokuya uygun olması gibi her türlü çalışmaları yapıyoruz. Şeyh Şa'ban-ı Veli Caddesinde de zamanla trafik sıkışıklığı oluyor. Bunu çözme görevi de bize ait. O bölgede otopark çalışması yapıyoruz. İnşallah önümüzdeki yıl 10 bin metrekare alanı otopark olarak yapacağız. Buraya gelen misafirlerimizi daha rahat Şeyh Şa'ban-ı Veli'nin türbesine ulaşmalarını amaçlıyoruz' şeklinde konuştu.